Kilometrelerce ötede olsam bile varoluş sancılarıma
izin vermeyen, bana özel insanlar kazandıran,
hayata yeni bir pencereden bakmamı sağlayan bir şey Festival…
Her anı, bünyesinde barındırdığı her emekçisi gösterdiği
filmler kadar özel… Adı anıldığında insanın aklına görsel şölenler
gelen lakin içerisinde pek çok şeyi barındıran Festival…

Mecidiyeköy… Kendimi ait hissetmediğim bir yerde çalışıyor gibi hissediyorum. Çünkü herkesin hayalinin kurduğu, uzaklaşmak istediği, kaçmak istediği ama bir türlü cesaret edemediği o yola erişerek yurt dışına çıkıp, orada bir yıl yaşayıp, geri kendimi ait hissettiğim topraklara dönmüştüm. Ve bu topraklarda yaşamama rağmen, ayaklarımın yere bastığını hissetmeme rağmen ruhumun, bedenimin, hayallerimin, karakterimin hiçbir şekilde ait hissetmediği bir yerde çalışıyordum.

Hayallerim bambaşka bir dünyada yaşamaktı. Çünkü benim hayallerimde, benim karakterimde üretmek var. Üretilen bir işte olmak var. Ve bu dünyanın gerçeklerini dillendirmek var. Bu dünyanın daha eşitlikçi, daha adil, daha yaşanılabilir bir hale gelebilmesi için bunun için mücadele etmemiz gerektiğini düşünen insanlardanım. Ve bu mücadelenin içerisinde olmak istiyordum her zaman. Hayallerim hep bu noktadaydı. Ve bu mücadeleyi de sinema aracılığıyla yapabileceğimi düşünüyordum.

Ama hayat o şekilde ilerlemedi. Hayatlarla, hayaller arasında hep ciddi bir fark vardır. Ben de gerçekten arayış içerisindeydim. Ve bir gün sosyal medyadan baktım ve bir festivalin bir gönüllü aradığını gördüm. Ve ona bir başvuru formu doldurdum. Yani çok basitti. Ben normal işten çıkmıştım Mecidiyeköy’den ve İstiklal’e doğru yürüyordum. Yolda yürürken telefonda bir yazı, Twitter’da gezinirken bir tweet gördüm: Uluslararası İşçi Film Festivali yeni gönüllerini arıyor. Nisan’ın ikinci haftasıydı. Ve hemen başvuru formunu doldurdum ve cevap beklemeye başladım.

Bir ya da iki gün sonrasında hemen bir cevap geldi. “Merhaba, yeni gönüllü toplantımıza sizi davet ediyoruz.” Yeni gönüllü toplantımız Kadıköy’de olacak. Kadıköy de benim çok sevdiğim bir yerdir. Genellikle sanat camiasının, sinemacıların, politik toplulukların toplandığı bir yer.

Beyoğlu ve Kadıköy. İki sembol, iki simge, iki semt. İki semte de ait olduğumu ve yahut öyle hissettiğimi söyleyebilirim.

Açıkçası sanki bir film toplantısına çağrılıyormuşum gibi ya da hayalini kurduğum bir filmim, yazdığım veya yönettiğim bir filmim sanki ödül alıyormuş gibi koşa koşa büyük bir heyecanla toplantıya gittiğimi hatırlıyorum. Çok güzel yüzler vardı, çok güzel insanlar bir aradaydı. Kendi yaş grubumda yani 20’li yaşlarda birkaç kişi hatırlıyorum. Onun dışında çoğu 30 yaş ve üstüydü ve çok güzel insanlar… 10-15 kişilik toplanmıştık. Kadıköy’de Çinili kafede toplanmıştık. Herkes sanki 40 yıllık dostmuşuz gibi selam verdiler bana ve ben o selamı hiç yabancılık çekmeden dahil olduğumu hatırlıyorum. Ama neler konuşulduğu konusunda en ufak bir fikrim yok çünkü o kadar çok bilmediğim bir dünyaydı ki festival dünyası… Ama bu toplantılar birkaç gün daha devam etti. Zaten 1-2 hafta sonrasında da festival vardı. 19. yılındaydı festivalin. 19. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’ndeydik ve Beyoğlu Sineması’nda başlanıldı. Sonrasında Avrupa Yakası’nın çeşitli yerlerinde, Kadıköy’ün çeşitli yerlerinde film gösterimleri oldu.

Film gösterimlerinden önce çok fazla koşuşturmalarımız vardı. Söyleşi sonralarında da söyleyişlerimiz vardı ve bu birkaç tane söyleyişiyi de ben düzenledim. Yeni girdiğim bir topluluktu ama o kadar çok çabuk kaynaşmıştık ki herkesle çünkü herkes o kadar çok insanı kucaklayan bir yerden bakıyordu ki… Çünkü onların gözünde herkes eşitti. 20 yaşındaki bir insan da 40 yaşındaki bir insan da 60 yaşındaki bir insanın da düşünce dünyası, birikimi, seviyesi, konumu sanki eşitmiş gibi… Hiç kimse orada mesleğiyle veya para kazandığı işle ön plana çıkmıyordu.

Herkesin tek bir ortak noktası vardı: sinema. Ve herkes o sinemanın etrafında toplanıyordu ve herkes filmleri insanlara gösterebilmek için bir mücadele veriyordu.

Bu beni o kadar çok mutlu etti ki, çünkü biz sinemadan uzaklaşan, sinema sevmeyen insanlara sinemayı sevdirmeye çalışıyorduk. Ama fark ettik ki zaten herkes sinemayı çok seviyormuş. Sadece izleyecek film arıyorlarmış. Ve biz hem ulusal hem de uluslararası o kadar çok güzel film gösterdik ki; unutturulmaya çalışılan pek çok fazla konu hakkında film gösterdik. Kadın ve LGBTİ+’yı, doğal felaketler, göçmenlik, işçi-emek, insan hakları, kent-çevre mücadelesi, çocuk işçilik, azınlık zannedilen ama azınlık olmayan gruplar hakkında o kadar çok güzel filmler gösterdik ki…

Ve bu filmlerden aldığımız reaksiyonlar o kadar çok güzeldi ki, ben bu insanların neden 19 yıl boyunca bir gönül ortaya koyarak bu işin çevresinde olduklarını çok iyi anladım o hafta. O ilk 10 gün hatta. 2 Mayıs ile 11 Mayıs arası yapıyorduk. Festivalin bitmesine birkaç gün kala kendimi ait hissetmediğim işten çıkartıldım. Haksız yere. Çünkü ben orada da Nusrettin olarak çalışıyordum. Kendi karakterimle, ruhumla çalışıyordum. Doğru gelmeyen konularda konuşan, haksızlık olduğunda susmayan, dedikodu yapılan ortamlarda bulunmayan, kendilerini adaleti sağlamak zorunda olduğunu hisseden ama içten içe o adaleti sağlamayan yöneticilerin bulunduğu bir ortamda dik durmaya çalışan ve doğrularından taviz vermeyen birisi olarak çalışıyordum. Yöneticilerin istediği gibi kimseyi şikâyet etmeden kimse hakkında konuşmadan sadece işini yapan bir insan olarak hiçbir şekilde ait olmamam gerektiğini bir kez daha şimdilerde anladığım o ortamdan çıkartıldım. Bu süreçte beni daha birkaç gün tanıyan festivaldeki herkes sımsıcak sarıldı bana. Beni yalnız hissettirmediler. Ve festivalde bir şey üretebilmek insanların sesi olan filmlerde küçük de olsa bir rol oynamak yaralanan ruhuma o kadar iyi geldi ki…

Festival; film gösterim öncesi koşuşturmalarıyla, gelen konukları ağırlamakla, afişleri dağıtmakla ve şu an yazamayacağım o kadar çok rol dağılımıyla bu dünyada var olmaya çalışan ve varoluş sancısı çeken insanlara kendilerini aslında değerli hissetmeleri için o kadar güzel fırsat veriyordu ki… İnsanların bu dünya için bir şey yapmak istemesindeki boşluğu o kadar zerafetle dolduruyordu ki… Festivalde çalışan onlarca hatta yüzlerce insanın bir emek uğruna bir araya geldiği o kadar özel bir topluluktu ki… Kimsenin kimseyi yargılamadığı, herkesin herkesi hoşgörüyle kabul ettiği, tecrübeli insanların tecrübelerini aktardığı özel sohbetlerin olduğu, akademisyeninden mühendisine, yönetmeninden öğretmenine, işletmecisinden öğrencisine pek çok farklı kesimden insanları bir araya getiren ve aslında bir arada güzel bir şekilde yaşayabilecek özel şeylerin olduğunu da hatırlatan özel bir yer Festival. Bu yazıda festivalin ne zaman ve nasıl hayatıma girdiğini ve ruhuma nasıl etkilediğini anlatmaya çalıştım dilimin döndüğünce, kalemim el verdiğince… Festival, şimdi 21. Yılına doğru gidiyor… Ben ise festivalde film seçim ekibinde görev almaya devam ediyorum, yurt dışına çıksam bile… Kilometrelerce ötede olsam bile varoluş sancılarıma izin vermeyen, bana özel insanlar kazandıran, hayata yeni bir pencereden bakmamı sağlayan bir şey Festival… Her anı, bünyesinde barındırdığı her emekçisi gösterdiği filmler kadar özel… Adı anıldığında insanın aklına görsel şölenler gelen lakin içerisinde pek çok şeyi barındıran Festival… Final cümlesini şöyle yapmak istiyorum; hayatıma kattığın her şey için teşekkür ederim…